Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi Açılış Konuşması
Sayın Cumhurbaşkanı, Aziz Kardeşim Mirziyoyev ve Muhterem Hanımefendi,
Değerli Katılımcılar,
Sevgili Gençler,
Kıymetli Misafirler,
Sîzleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum.
Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanemizin açılışı vesilesiyle sizlerle beraber olmanın bahtiyarlığı içindeyim.
Değerli kardeşim Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Şevket Mirziyoyev’e ve kıymetli hanımefendiye, mutluluğumuza ortak oldukları için hassaten teşekkür ediyorum.
Özbekistan, bizler için, medeniyet tasavvurumuzu şekillendiren âlimlerin yetiştiği; ilim, irfan ve kültür dünyamızı besleyen hayat pınarlarımızdan en önemlisidir.
Biruni, Mirza Uluğbek, Ibn-i Sînâ, Harezmî, Ali Kuşçu gibi ilim erbabı; İmam Buharî, İmam Mâturîdî, İmamTirmîzî, Bahâuddin Nakşibendî gibi manevi önderlerimiz bize Maveraünnehir’in armağanıdır.
Mesela Uluğ Bey, 36 yıl devlet yönetmenin yanında, yaptırdığı Rasathane ile günümüze kadar sönmeyen bir ilim ateşi yakmıştır.
Sarayını adeta bir akademiye dönüştüren, zamanının meşhur bilginlerini buluşturan bu ilim sevdalısı hükümdar. Buhara Medresesi’nin girişine “İlim tahsil etmek, kadın ve erkek herkese farzdır” hadis-i Şerifini nakşettirmişti.
Zic-i Uluğ Bey dediğimiz yıldız kataloğu, teleskop bulununcaya kadar hazırlanmış en mükemmel eser kabul ediliyordu.
İşte bu ilim iklimi, asırlar boyunca Taşkent ile Ankara, Semerkant ile Konya. Buhara ile Bursa, Hive ile Edirne’yi aynı şekilde beslemiş, zenginleştirmiştir.
Bu anlamlı günde Millet Kütüphanemizin açılışını Zat-ı Devletleriyle birlikte yaparak, ortak medeniyetimiz konusunda tüm dünyaya çok önemli bir mesaj verdiğimize inanıyorum.
Zat-ı Devletlerinin atayurdumuzun “YURT BAŞI” olmasını müteakip, 3 sene gibi kısa bir sürede, “AMELDE BİRLİK” ruhuyla çalışarak ilişkilerimizde çığır açtık.
Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyini kurarak ekonomiden ticarete, kültürden turizme kadar her alanda işbirliğimizi derinleştirdik.
Dün de Konseyimizin ilk toplantısını icra ettik.
İnşallah bundan sonra da ülkelerimiz arasındaki ortak tarihi, kültürel ve beşeri mirasa uygun şekilde Türk-Özbek kardeşliğini perçinleyeceğiz.
Değerli dostlar…
Rivayet edilir ki, Abbasi halifelerinden biri, sohbetinden istifade etmek için devrin büyük âlimlerinden birini sarayına davet eder.
Görevli şahıs, durumu bildirmek üzere âlimin evine gider ve kendisini ciltlerce kitabın ortasında otururken bulur.
Bu güzel manzarayı kısa bir süre seyreden görevli, halifenin davetini tebliğ eder.
Halife, ertesi gün huzuruna çıkan âlime sitemkâr bir edayla sorar: “DÜN DAVETİMİZ SİZE ULAŞTI, ANCAK BUGÜN GELDİNİZ…
İLİM, İRFAN VE HİKMET EHLİ BİR GRUP İNSANLA SOHBET HALİNDEYMİŞSİNİZ…
SİZİ BİZİM YANIMIZA GELMEKTEN ALIKOYAN DOSTLARINIZI PEK MERAK ETTİM, ONLAR KİMLERDİR?”
ÂLİM TEK KELİMEYLE CEVAP VERİR; KİTAPLAR!’
Evet… Her kitap bir âlimdir.
Eğer yüzlerce kitabınız varsa, yüzlerce âlimin dostusunuz ve onların ilminden faydalanıyorsunuz demektir.
Bu da, bir nevi dünyada cennet hayatı yaşamak, cennet meyvelerinden tatmaktır.
Zira biz, her âlimi, gölgesinden istifade edilmesi gereken bir cennet ağacı, kitapları da o ağacın meyveleri olarak gören bir medeniyetin mensuplarıyız.
Ecdadımız, duvarları kitaplarla dolu bir kütüphaneyi en kıymetli hâzinelerden daha üstün tutmuştur.
Hangi şehrimize giderseniz gidin, orada bir kandil gibi etrafını aydınlatırken asırlara meydan okuyan kütüphaneler görürsünüz.
O kütüphanelerin kimi Sivas’taki Ziyabey Kütüphanesi gibi şirin, kimi de İstanbul’daki Beyazıt Kütüphanesi gibi heybetlidir.
Raflarında arzı endam eden her bir eser, üzerinden zaman geçtikçe kıymeti artan mücevherler gibidir.
Oralarda, Sadî’nin Gülistan’ı gül kokuları saçmaya, Mevlânâ’nın Mesnevi’si gönüller açmaya devam eder.
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’siyle çıktığınız gezinin sonunu getiremez, Gazâlî’nin İhyâ’sını bir türlü bitiremezsiniz.
Bizim kütüphanelerimiz, ilim yolunda bir ömrü fikirle, yazıyla, mücadeleyle dolduran ecdadın, tıptan astronomiye, mühendislikten sosyal bilimlere bütün alanların en seçkin eserleriyle donatılmıştır.
Eğer bizler bu nadide mücevherleri, okumaktan, incelemekten mahrum bırakırsak, gurbet diyarında bir başına kalmış yetimlere çeviririz.
İlk emri *İKRA* yani “OKU” olan bir dinin, bilenle bilmeyenin eşit olmadığını vazeden bir inancın müntesipleriyiz.
“Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz” buyuran ve mescide girdiğinde “zikir halkası” yerine “ilim halkasına” oturmayı tercih eden bir Peygamberin ümmetiyiz.
Tarih boyunca nerede bir medeniyet kurma, ihya etme gayreti varsa, orada bir kütüphane inşa çabası da mevcuttur.
Nerede bir soykırım, savaş, medeniyet yıkımı varsa, ilk hedef yine kütüphaneler olmuştur.
Hülagü’nün başında olduğu Moğol orduları kütüphaneleri yakarken, Semerkand gibi asude bir şehri inşa eden Timur, kütüphaneler kurarak, Semerkand’ı bilimin başkenti yapmıştır.
İslam medeniyetinin parlak yıldızı Endülüs, bu vasfı kazanırken de, kaybederken de, işin merkezinde yine kütüphaneler vardı.
Bugün de, benzeri kültür katliamları ne yazık ki yine kütüphaneleri hedef alarak devam ediyor.
DEAŞ ve diğer terör örgütleri. Irak’ta, Suriye’de binlerce nadide eserin bulunduğu kütüphaneleri bombalayarak, İslam kültür ve medeniyetinin en önemli eserlerini yerle bir etmişlerdir.
Hâlbuki bizim medeniyetimiz, asırlar boyunca hep ilmi gelişmelerin merkezinde yer almıştır.
Bilgiye ulaşmak için dünyanın en ücra köşelerine gitmekten çekinmeyen ve bütün ömrünü ilmi araştırmalara vakfeden ecdadımız, varisi olmakla iftihar ettiğimiz bu sevgi ve bilgi medeniyetini bizlere miras bırakmıştır.
Bu medeniyetin en önemli remzi, Adriyatik kıyılarından Çin Seddi’ne kadar uzanan o geniş coğrafyada inşa ettiği külliyelerdir.
İşte o külliyeler, günümüzde de medreseleri, camileri, sanat merkezleri ve kütüphaneleriyle bilginin, hikmetin, aşkın, zarafetin sembolleri olarak varlıklarını sürdürüyorlar.
Devrinin en zengin kütüphanelerini bünyesinde barındıran külliyeler, merkezinde yer aldıkları şehirlerin hem kültürel, hem de ekonomik yönden birer çekim merkezine dönüşmesini sağlamıştır.
Hiç şüphesiz kütüphaneler, insanlığın ortak hafızasıdır.
Babil’den Mısır’a, Asur’dan Yunan ve Roma’ya kadar insanlığın bütün mirasını bir arada bulabileceğimiz yegâne mekanlar kütüphanelerdir.
Avrupa’nın ortaçağ karanlığına mahkûm olduğu yıllarda Bağdat, Kahire, Şam, Kurtuba, Buhara, Merv, Semerkand, Konya, Mardin, Erzurum gibi İslam şehirleri, medreseleri ve kütüphaneleri ile dünyaya ışık saçıyordu.
800’lü yılların başında kurulan Beyt’ül Hikme’nin karşısına Dar’ül Hikme inşa edilerek çıkılıyordu.
Kaynağı Hind’den Eski Yunan’a kadar uzanan binlerce cilt eseri bu kütüphaneler muhafaza etmiş, sonraki nesillere ulaştırmıştır.
Daha sonra, insanların vahşim katledildiği, şehirlerin yerle bir edildiği kara günlerde, kütüphanelerimiz ve kitaplarımız da yakılarak, ırmaklara atılarak adeta soykırıma uğratılmıştır.
Fakat onca yağma ve talana rağmen, bizim kütüphanelerimiz her zaman değerini ve itibarını korumuştur.
Hatta Batı’nın Eski Yunan metinleri ile buluşması bile bizim kütüphanelerimiz sayesinde olmuştur.
Ancak o dönemin Avrupa’sında bağnaz düşünce o kadar hâkimdir ki, bu eserlerden faydalanmak için Rönasans’a kadar beklenmek zorunda kalınmıştır.
Değerli misafirler…
Başbakanlığım döneminde, devlet yönetim merkezi olarak tasarladığımız bu külliyede, mutlaka medeniyetimiz ve ülkemize yakışır bir kütüphanenin de yer almasını istedik.
Camimiz, Kültür ve Kongre Merkezimiz, Sergi Salonumuz ve Kütüphanemiz ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin, medeniyetimize layık bir eser haline gelmesini sağladığımıza inanıyorum.
Külliyemizin diğer birimlerini daha önce hizmete sunmuştuk.
Bugün açılışını yaptığımız Millet Kütüphanesi ile külliyemizi tamama erdirmiş oluyoruz.
Kütüphanemiz, daha inşa aşamasında yurt içinden ve dışından 134 farklı dilde kitap akışı ile zenginleşmiş, çok farklı disiplinlerden 4 milyon adet basılı esere kavuşmuştur.
Ayrıca, 120 milyon makale ve rapor yanında, 550 bin e-kitapla gerçekten önemli bir seviyeye ulaşmıştır.
İnşallah bu kitap seferberliğini daha da genişletecek, en kısa sürede 5 milyonu da aşan bir hacme kavuşacağız.
Bu vesileyle, şimdiye kadar kitap bağışında bulunan tüm kitapseverlerimizi tebrik ediyorum.
Abdülbaki Gölpınarlı, Cemil Meriç, Cinuçen Tanrıkorur, Hasan Celal Güzel, Mehmet Şevket Eygi, Şefik Can gibi nice önemli ismin adları, inşallah koleksiyonlarıyla burada yaşamaya devam edecek.
Özellikle nadide eserlerden oluşan kütüphanesi bulunan tüm ilim, fikir ve sanat erbabımızı, eserlerini ve isimlerini yaşatmak üzere buraya bağışta bulunmaya davet ediyorum.
Gelecekte gölgesinde oturmayacağımızı bilsek de, bugün toprağa attığımız bu tohumlar, hepimiz için bir sadaka-i cariyedir.
Böyle bir eserin medeniyetimize ve milletimize kazandırılmasında, mimari projesinden inşasına, donanımından işletmesine kadar tüm saflarında emeği geçen, katkısı olan herkese şükranlarımı sunuyorum.
Değerli dostlarım…
Bu kütüphane ile tarihe uzanan köprüler kuruyor, coğrafyalar arasında kavşaklar inşa ediyoruz.
İstiyoruz ki, gençlerimiz, araştırmacılarımız;
Milyonlarca kitabın bulunduğu rafların arasında dolaşsın…
Cihannüma adını verdiğimiz kubbenin altında, ilmin denizinde yüzsün…
İbn-i Sina ile insan bedenine, Farabi ile insan ruhuna insin…
Aristo ile düşüncenin koridorlarında gezsin…
Gazali ile hikmete kulak versin…
Büyük okuma salonumuzun kubbe çevresinde, Alak Suresi’nin “O kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir’ ayetleri yazıyor.
Bu ayet-i kerimenin ışığında gençlerimiz, Yunus’un ifadesiyle “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” diyerek kendi özlerini tanısın…
İlim erbabımız da yine bu ayetten ilhamla yeni eserler vücuda getirsin…
Divan şairimiz Latifi, İskender’in karanlıkta bulamadığı ölümsüzlük suyunun, bir kitabın siyah mürekkebinde akmakta olduğunu söylüyor.
Latifi, kitabı, “KENZ-İ LA-YEFNA”, yani bitimsiz bir hazine olarak görerek, “GÜL-İ SAD-BERG-İ FASL-I NEV-BAHARDIR”, yani ilkbaharda açmış yüz yapraklı eşsiz bir gül olarak tanımlıyor.
İnşallah gençlerimiz bu mekânda, hakiki bir dost olan kitapla bağlarını güçlendirecekler.
Kütüphanemizle ilgili detayları, biraz önce filmimizde hep birlikte izledik.
Gerçekten Millet Kütüphanemiz tam bir külliye olarak hizmet verecek.
Burasını, sadece kitap raflarının dizili olduğu bir mekân değil, aynı zamanda ilim erbabını buluşturan getiren bir ilim ve kültür merkezi olarak tasavvur ettik.
Öncelikle Ankara’mız, sonra tüm Türkiye için, yerli ve yabancı, dünyaca ünlü yazar buluşmaları yapılacak.
Kitap kültürü etrafında çalışmaların icra edileceği, ilim meclislerinin toplanacağı bir mekân inşa ettik.
Araştırmak, okumak, yazmak, ders çalışmak için buraya gelen tüm misafirlerimize, günün 24 saati, çay-kahvesinden simidi ve kekine kadar tüm hizmetler ücretsiz olarak sunulacak.
Kütüphanemize, yeni kimlik kartları sistemi okutularak doğrudan giriş yapılacak.
Gençlerimizin teknoloji alanındaki gelişimlerine katkı sağlamak üzere kurduğumuz Deneyap Teknoloji Atölyelerinden biri de kütüphanemizde faaliyet gösterecek.
Öyle zannediyorum ki, burası İstanbul’u kıskandıracak bir kütüphane olacak.
Ama İstanbullularda üzülmesin…
Rami Kışlasına inşa ettiğimiz muhteşem kütüphaneyi de, inşallah yakında milletimizin hizmetine sunuyoruz.
Değerli arkadaşlar…
Kendi başına bir değer olan kütüphanemizde bugün, çok önemli iki serginin de açılışını yapıyoruz.
Bunlardan biri, Devlet Arşivlerimiz tarafından düzenlenen Hatt-ı Hümayun Sergisidir.
Bu sergiyle, milletimizin ilk defa göreceği çok orijinal belgeleri gün yüzüne çıkarıyoruz.
Türkiye olarak öyle bir arşive sahibiz ki, onlarca ülke kendi tarihini yazmak için buradaki milyonlarca belge deryasına dalmak durumunda kalıyor.
Üç ay boyunca açık kalacak bu sergide de, o ummandan sadece bir avuç diyebileceğimiz padişah el yazıları, milletimizin nazarına sunuluyor.
Gençlerimiz, Kanuni Sultan Süleyman’ın bizzat el yazısını görecek, Gülhane Hatt-ı Hümayunu diye derslerden ezbere bildikleri metnin orijinali ile ilk kez karşılaşacaklar.
Bu sergide, bir devlet adamının, bir padişahın sanatta ne derece ileri gidebildiğini gösteren. Sultan İkinci Mahmut’un zevk-i selimi ile de karşılaşacağız.
Bir diğer önemli sergi. Yazma Eserler Kurumumuz tarafından tertiplenen “Mürekkebin izi Sergisi”dir.
Kitapların anası Kur’an yazmaları arasında, “yazının yüzünü ağartan hattat’olarak bilinen Karahisari başta olmak üzere. Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Hasan Rıza Efendi’nin meşhur mushafları, ilk kez böyle kapsamlı bir sergide buluşacak.
Uluslararası çok sayıda ziyaretçinin de gelip göreceğini umduğum bu sergide, Süryanice, Yunanca, Arapça, Ermenice İnciller, Tevrat ve Zebur gibi kutsal metinler de yer alıyor.
Bunların yanında sergimizde, Kelile ve Dimne’den Kitab-ı Bahriye’ye, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden 800 yıllık bir Satranç Kitabı’na kadar dini ve akli ilimler alanında birçok yazma eser de göreceğiz.
Özellikle gençlerimize, ders kitaplarında adlarını öğrendikleri bu eserlerin, gelip asıllarını bizzat görmelerini tavsiye ediyorum.
Evlatlarımız, kültür ve medeniyet dünyamızın müstesna eserlerini, akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim bir medeniyetin mücevherleri olan kitap sanatlarını burada tanısınlar.
Sergide yer alan önemli eserlerden birisi de, Divan-ı Lügati’t-Türk’tür.
Türkçemizin hafızası, ilk sözlüğümüz olan bu eser, bize müellifi Kaşgarlı Mahmut kadar, bir ismi daha hatırlatır ki, onu da anmadan geçmeyelim.
İstanbul Fatih’teki Millet Kütüphanesinin kurucusu Ali Emiri Efendi, bütün varlığını kitaba adamış bir hafız-ı küttaptır.
Divan-ı Lügati’t-Türk’ü, bir sahafta tesadüfen görüp satın almış ve millete hediye ettiği kütüphanesine koyarak, eseri ölümsüzleştirmiştir.
Tıpkı Ali Emiri Efendi gibi, muhibban-ı kütübün önemli isimlerinden “ayaklı kütüphane” olarak bilinen Ibnül Emin Mahmut Kemal İnal ile “kütüphane içinde bir kütüphane” olan Bayezid Devlet Kütüphanesi emektar müdürü İsmail Saib Sencer’i de rahmetle yâd ediyoruz.
Kütüphane ve arşivciliğimize hizmeti geçmiş bu isimlerin emanetlerine sahip çıkma sözünü buradan bir kere daha tekrarlıyoruz.
Gerek Devlet Arşivleri Başkanlığımıza, gerekse Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı nezdinde Kültür Bakanlığımıza bu iki güzel sergi için teşekkür ediyor, emeği geçenleri kutluyorum.
Bir kez daha Millet Kütüphanemizin, şehrimize, ülkemize ve tüm dünyaya hayırlı olmasını diliyorum.
Özbekistan Cumhurbaşkanı Aziz Dostum Mirziyoyev ve Muhterem Hanımefendi’ye heyecanımıza ortak oldukları için özellikle teşekkürlerimi sunuyorum.
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.